hesabın var mı? giriş yap

  • en büyük angarya çok konuşup boş konuşmak aslında. otur defalarca buluş, gez toz konuş konuş konuş... sonuç: ne öğrendin? ne anlattın kardeşim? anladın mı senden hoşlanıyor mu? yok anlamadın. sordun mu? yok sormadın. merak ettiğin neyi öğrendin? hiçbirşeyi. aferin sana, ne yaptın o kadar buluşmada peki? şekil* yaptın. bir aferin daha sana o zaman.

    oltalı cümleler, üstü kapalı cevaplar... yorucu. gerek yok.

  • tüm zamanların en büyük fotoğrafçıları arasında gösterilen henri cartier-bresson'u henri cartier-bresson yapan şey her şeyden önce doğru zamanda doğru yerde olmasıdır şüphesiz. uzun hayatı boyunca dur durak bilmeden gezmiş; dünyanın şimdiki gibi bir küresel köy olmadığı, insanların şimdiki gibi macera olsun diye seyahate çıkmadığı zamanlarda bile kimsenin aklına gelmeyecek şehirlere, köylere ayak basmıştır. gandi'nin cenazesinde hindistan'da*, 68 öğrenci hareketleri sırasında ya da mitterand başa geçtiğinde paris'te, çin halk devrimi sırasında çin'de, hollandalılar'dan kurtulup nihayet bağımsızlığını kazandığında endonezya'da oluşu hem onun foto-muhabirlik* kariyeri açısından hem de bizlerin bu önemli tarihi anları onun keskin gözünden görmemiz açısından mühimdir. fotoğrafları dönemin life, du, heute gibi önemli dergi ve gazetelerinde yayımlanmıştır.

    cartier-bresson'la ilgili yapılabilecek en net tespitlerden biri onun doğa değil toplum, kültür, modernleşme konularına yoğunlaşmış bir fotoğrafçı oluşudur. bir haber muhabiri nasıl gözlemlerini yazıya döküyorsa o da fotoğraflara dökmüş ve foto-kompozisyonlar (bkz: photo essay) hazırlamıştır. bunlardan en ünlüsü çin halk devrimi'nden sonra oluşturduğu the great leap forward china'dır. kompozisyon çin'de komünistlerin gelmesinden hemen evvel altın kapmak için banka önlerinde birbirini ezen insanların şu meşhur görüntüsüyle başlar.

    yine de bu büyük ustanın sanatının büyüklüğünü çok gezmesine atfedip işin içinden çıkmak büyük haksızlık olur. zira o sadece bir foto muhabir değil, aynı zamanda bir sanatçıdır. cartier-bresson, her şeyden önce muazzam bir gözlemcidir. sabırlı bir emekçidir; avı için saatlerce pusuya yatan bir avcı gibi çekeceği fotoğraflar için önce mekanı tespit eder, orayı inceler, her bir ayrıntıyı beynine nakşeder. ve eli deklanşörün üstünde saatlerce bekler. bekler çünkü çekeceği fotoğraflarının çoğunu deklanşöre basmadan çok önce beyninde çekmiştir ve tüm iş ''o lahza''yı yakalamaya kalmıştır. sanırım onun poz verme fikrini sevmediğinin en güzel örneği, modelli bir çekiminde çekime ara verildiğinde çektiği ve adını pause between two poses koyduğu şu fotoğrafıdır.

    bu kılı kırk yaran hazırlığını düşününce fotoğraflarını neden kesip biçmediğini anlamak zor değildir. çünkü fotoğraflarında hiçbir gereksiz, çıkarılması gereken ayrıntı yoktur. hatta fotoğraflarının kesilmediğinin bir nişanesi olarak bütün fotoğraflarını negatiflerinin siyah boş kısımlarıyla birlikte tab etmiştir. fotoğraflarında onun titizlikle üzerine düşündüğü onlarca ufak ayrıntı vardır. örneğin behind the gare st. lazare adlı meşhur fotoğrafında zıplayan adamın sudaki gölgesiyle arka posterdeki dansçının zıplayışı simetriktir. yani fotoğrafın içinde sol üstten sağ alt köşeye devam eden bir devamlılık, bir bütünlük vardır. yine bir başka fotoğrafında bisikletlinin yönü, konumu ve hareketten ileri gelen bulanıklığı kıvrılıp inen merdivenlerle bi devamlılık hissi verir. velhasıl görmesini bilen için onun fotoğraflarında her bir ayrıntı bütüne hizmet eder.

    onun fotoğrafları her zaman fiziksel işaretler, göndermeleri değil bazen de ince mizahi, sosyal, siyasal mesajları barındırır. örneğin berlin duvarı'nın önünde çektiği şu karede fotoğrafın sol kısmındaki kopuk bacakla sağ ucundaki askerin omzuna asılmış silah savaşa muhteşem bir karşı duruştur. fondaki berlin duvarı da mesajın sosu olmuştur. bir başka örnek olan ve 1961 yılında zencilerin sinemaya girmesine izin verilmeyen nashville, tennessee'de çektiği şu fotoğrafta uygulamayı protesto eden siyahi gencin ellerinin cebinde oluşu onun şiddet yanlısı olmadığını vurgular.

    cartier-bresson'un türkiye sınırları içinde galata'daki balık pazarında, karaköy'deki kamondo merdivenleri'nde ve bergama'da* çektiği fotoğrafları sayabiliriz.

    son olarak benim seçtiğim birkaç fotoğrafı da şöyle:
    haftasonu pikniğindeki dört fransız'ın dünyadan nasıl soyutlandığını anlattığı fotoğrafı (dikkat edilirse ufuk çizgisi yoktur bu fotoğrafta):
    http://www.artwallpapers.com/…cartier-bresson04.jpg

    amerika'ya mülteci olarak sığınmış annenin yıllar sonra oğluna kavuştuğu muazzam kare: http://www.bostonphotographyfocus.org/…8.57-pm1.jpg

    mükemmelliği basitliğinde yatan günah çıkaran portekizli kadın portresi: http://adbrio.files.wordpress.com/…n-portugal55.jpg

    karısı martine'yi kitabına dalmışken yakaladığı an: http://pics.livejournal.com/fyama/pic/000590rw

    holokost filmlerinden fırlamış bir sahneden farksız olan gestapo kadın fotoğrafı: http://icpbardmfa.files.wordpress.com/…-bresson.jpg

    and the oscar goes to: http://schreinerpatrick.files.wordpress.com/…&h=453 * *

  • ömer hayyam'ın üç bilinmeyenli denklemler üzerinde çalışırken bilinmeze arapça "şey" adını vermesi ve endülüs'ü emevilerden devralan ispanyolların "şey"i "xay" 'e çevirmesi.zamanla sadece ilk harf olan 'x'in kullanılması.

    (bkz: samarcande)

  • son zamanlarda izlenilen en keyifli dizi. belli ki herkesin anlaması gibi bir düşünce içine girilmemiş. dolayısıyla yardıran bir reyting beklentisi de önceden hedef olarak koyulmamış olsa gerek. çok güldüm. çok gülen bir sürü insan olduğuna da eminim. bir de hiç gülmeyen ve bir bok anlamayan bir kesim var. o da dizinin kesiminden dolayı. öyle kesilmiş yani...

  • abd-minesota'da, çılgın bilim adamlarımız yine işin suyunu çıkarmışlar efendim. dünyanın en sessiz odasını yapmışlar.

    peki sessizden kastımız nedir?

    insanın doğal olarak en sessiz kalabildiği ortamda bile 30-60 desibel arası ses bulunmaktadır. (misal florasandan çıkan ses, rüzgar sesi, pc harddisk sesi, hatta denizin dibine bile daldığınızda, 60 desibelden fazla ses duyabiliyorsunuz.) fakat bu oda tam -9 desibel şiddetinde! yani insanın sessizlik eşiğinin ortalama 3 katı düşük.

    1 desibel, en mükemmel insan kulağının işitebileceği en düşük ses seviyesidir. bu taraftan bakınca, -9 desibel, türümüze göre mutlak sessizlik demek.

    peki bu odada kalan insana ne oluyor? olay burada kopuyor.

    bahsettiğim gibi, bu odanın içerisi o kadar sessiz ki, damarlarınızda akan kanın sesini bile duymanız mümkün olabilmekte. bunun haricinde kalp atışınızı ve kulaklarınızın içerisindeki kemiklerin kendi doğalarından ötürü çıkardıkları sesleri de bu oda içerisinde net bir şekilde duyabilirsiniz.

    tüm hayatı boyunca belli bir seviye sese alışık olan beynimiz. ortama ayak uydurmak adına sanrılara başlıyor. yarım saatten sonra halüsinatif etkisi ortaya çıkıyor. ses ve görüntü olarak çıldırtıcı halüsinasyonlara neden oluyor.

    odada kalma rekoru, 45 dakika ile amerikalı bir gazetecide.

    -------------------------------------- ilgilisine ek bilgiler ---------------------------------------

    insan beyni bu kadar sessiz ortamlara adaptif değildir. insanın evrimi, belli düzeyde fon sesi olan ortamlarda olmuştur ve beynimiz de doğduğumuzdan sonra sürekli olarak sesli ortamlarda bulunmuştur. bulunduğumuz en sessiz odalarda bile belli başlı sesler bulunur ve beynimiz buna adapte olur. ancak bu odada, beynimiz ciddi sorunlar yaşar.

    çünkü odadaki sessizliğin bir noktadan sonra beynin çelişkili sinyaller üretmesine ve halüsinasyonlar görmeye başlamasına neden olduğu tespit edilmiştir. beyin, alışık olmadığı bu durumu düzeltmek için sanrılar görmeye başlamaktadır!

    not: -9 değeri 0'ın altında bir ses düzeyi demek değildir. bu, fiziksel olarak anlamsız olacaktır. -9 desibel, tanımladığımız referansın (insanın duyabileceği en düşük düzey olan 1 referans şiddet değerinin) yaklaşık 3 kat altında demektir.

    önemli ek bilgi edit: odanın içerisinde kesinlikle yankı bulunmuyor. odanın yapısından dolayı, ses belli seviyeye kadar emilip soğuruluyor.

    yani oda dışarıdan ses almadığı gibi, içerdeki sesi de yüksek ölçüde emiyor. yani ayağa kalkıp yürüdüğünüzde dahi ses duyamıyorsunuz.

    edindiğim bilgiye göre 45 dakika rekor sahibi gazeteci, ayakta 10 dakikadan fazla dayanılamayacağını söylüyor. kendisi bu süreyi büyük ölçüde sandalyede oturarak tamamlamış. çünkü hareketlerimizden hiç bir şekilde ses çıkmadığı için, beynimiz ortama ciddi manada yabancılaşıyormuş.

    edit video: (random nick'e teşekkürler): http://www.youtube.com/watch?v=lz4bh2rkqhm

    edit video 2: http://youtu.be/mxvgib3bzhi (honuuu'ya cok tesekkurler)

    haber linki: http://www.hurriyet.com.tr/…d-laboratuvari-40396646 dünyanın en sessiz odası: orfield laboratuvarı

  • ufku açarken gelip geçici olduğumuzu da yüzümüze vuruyor bazen;

    evrenin yaşı 13,8 milyar.
    bunu 1 yıla indirger ve bir takvimde bakarsak;

    1 ocak--------- evrenin doğuşu
    10 ocak--------- ilk yıldız ışıkları
    13 ocak--------- ilk küçük galaksiler ortaya çıktı
    15 mart--------- samanyolu galaksisi oluştu
    31 ağustos----- sönen yıldızların küllerinden güneş doğdu
    21 eylül--------- dünyada yaşam başladı
    9 kasım--------- canlılar nefes almaya, beslenmeye, çevresine tepki vermeye başladı
    17 aralık-------- ilk canlı karaya ayak bastı
    28 aralık-------- ilk çiçek açtı
    30 aralık saat 06:24-------dinozorların nesli tükendi

    31 aralık;
    saat 23:00:00-------insan evrimleşti
    saat 23:59:40-------yerleşik hayata geçildi
    saat 23:59:46-------yazı icat edildi

    buda 6 saniye önce doğdu.

    hz. isa 5, hz. muhammed 3 saniye önce doğdu.

    2 saniyeden kısa süre önce amerika keşfedildi.

    ve bu takvimin ancak son saniyesinde doğanın sırlarını ve kanunları incelemek için bilimi kullanmaya başladık. **

  • thy veya anadolu jet'in web sayfalarından bilet bakıyorsunuz diyelim, tarihi seçtiniz, baktınız, tamamen örnek veriyorum 59 lira promosyon bilet. "dur bi de başka saate bakayım" deyip geri döndünüz, beğenmediniz, 59 lirayı alayım lan dediniz, girdiniz bi baktınız aaa o 59'luk promosyon sınıfı "dolu" gözüküyor.

    panik yapmıyorsunuz.

    tarayıcınızı kapatıyorsunuz. chrome ile girdiyseniz internet explorer'ı açıyorsunuz, girip aynı işlemi yapıyorsunuz 59 liraya biletinizi alıyorsunuz. bu çakallık ile en az 10 kez karşılaştım. yemezler. yemeyin.

    düzeltme: seçili biletin / koltuğun x dakika saklı kalması neticesinde dolu göründüğüne dair mesajlar alıyorum. yukarıda bahsettiğim şey 1-2 haftalık bir olay değil. yani önümüzdeki hafta şuraya gideyim deyip yaşadığım bir hadise değil. ben il dışında yüksek lisans yaptım, haliyle her dönem asgari 8 kere gidiş dönüş bileti aldım, 8 dönem de yüksek lisans yaptım. ve bunu hemen hemen her seferinde yaşadım. dönem başında 8. haftanın biletlerine bakarken de yaşadım, millerimle ödül bilet alırken de yaşadım. daha komiği ekonomi sınıf için gereken milin yarısı mille sınırlı businnes class bilet aldım. usta bunların yalnızca 1 tane mi promosyon koltuğu var? ve ne yazık ki başka kişilerin de başına geldiğine dair mesajlar alıyorum.

    ve debe editi:

    şiiri sevin, kimseyi incitmeyin. (bkz: #44015756)
    murathan özbek'i şimdiden bilin (bkz: #46266564)

  • fikret orman başkanlığındaki beşiktaş yönetiminin anlaşmış olduğu sponsorların desteği, devletin kösteğiyle yapılmaya çalışılan stat.

    evet gün be gün stattaki gelişmeleri ve ilerlemeyi takip eden insanlar var. bunun sebebi ise koskoca bir camianın iki senedir evsiz kalmış olmasıdır. maçlara giden insanlarız neticede. kendimizi, dask'ın kamu spotunda sığıntı psikolojisi içindeki aile gibi hissediyoruz. tam tuvalete girecekken başakşehir giriyor tuvalete falan. arada konyagiller'de kalıyoruz. kimi zaman ankara diyor ki, "biz yaşadığımız müddetçe, burası sizin de eviniz." çok da rahat ediyoruz kimi zaman, yalan yok. unutmadan, kasımpaşa başta bir süre misafir etti bizi. hani zaten nicedir pek hoşlanmayız birbirimizden, kavga dövüş ayrıldık. bir daha görüşmeyiz herhalde. izmir çok ısrar ediyor bir yandan sağolsun, "ille bizde kalın" diye ama yazık, onların da evlerinin durumu malum; kendilerine zor yetiyor. nasıl kıyarsın ki yani? e elazığ da davet etti bir keresinde ama orası da baya uzak şimdi allah için, kibarca reddetmek zorunda kaldık ama kalplerimizi fethettiler bir kere, onları da yazdık aklımızın bir köşesine; tıpkı burnumuzun dibinde olup da paçamızdan aşağı çekmek isteyenler gibi...

    konya'sı, ankara'sı, izmir'i, elazığ'ı, izmit'i hatta ne kadar da olsa başakşehir'i, kasımpaşa'sı ve aklıma şu an gelmeyen nicesi... hepsi sağolsunlar, bizi ya misafir ettiler ya da etmek istediler evimiz yapılana kadar. nitekim yıkılan evimiz, koca bir ülkenin direkt veya dolaylı yardımlarıyla yeniden yapılıyor şimdi. mesele para ise, kendi paramızla yapıyoruz ama konu destek ise, allaha şükür sevenimiz öyle çokmuş ki herkesin ucundan kıyısından bugün bize destek olduğunu söyleyebilirim.

    debe editi: 1- olumlu/olumsuz birçok yorum aldım; hepiniz vâr olun. ulan memlekette bu kadar güzel futbol seyircileri varken meydan nasıl olur da bu kadar kalitesiz insanlara kalmış olabilir, aklım almıyor.

    2- ey beşiktaşlılar; olm bir sahip çıkın lan:

    www.kartalsozluk.com

    3- gezi şehitleri ölümsüzdür!

  • bu beraberlik ders olur umarım artık böyle 3.sınıf takımlara puan vermeyiz. biraz daha dikkat letonyam.

  • kendisi türkçe bilmiyormuş. sanırım fatih terim ve abilerinin dediğini anlamadığı için bu kadar iyi oynuyor.

  • aziz yıldırım ve rasim ozan kütahyalı'nın birbirleri hakkında söylediği her şey doğru, kendileri hakkında söylediği her şey yalandır.

  • bu arkadaş dün amerika galibiyeti sonrası zehra'ya ''maç içinde zaman zaman düşüş yaşadın'' diya başlayan anlamsız saçma sapan, gerçekle alakası olmayan bir soru sorup daha teri kurumamış kızı ''düşüş yaşadığımı düşünmüyorum'' diye savunma yapmak zorunda bırakarak sevincinin içine sıçan arkadaş değil mi?

    kardeş sizi seçerek falan mı alıyorlar? canlı yayında kızın yüzü değişti lan...