hesabın var mı? giriş yap

  • dandik bir firmayla görüşmenin bir kısmı tamamlanmıştır. devamında,

    ik: akıcı yazıyor ama ingilizceniz ne seviyede?
    kedish: isterseniz ingilizce devam edelim.
    ik: eheheu yok benim pek iyi değil aslında da!
    kedish: (iç ses) -teallam sabrımı mı sınıyorsun!-

  • odadan iceri girerken ayagin kapi esigine takilmasi ve sendelemem sonucu hr ablanin espiri yaparcasina,

    - bu sizin dikkatsiz oldugunuzu gösterir

    demesi

    ve benim de: sizin de önyargili oldugunuzu.

    demem.

    (bkz: dakka bir gol bir)

  • "internet hızı sıralamasında avrupa ikincisiymişiz. haberle ilgili yarım saattir dolmasını beklediğim video yüklensin detayları vericem."

  • her türlü hesaplamaya gücü yeten bir bilgisayarın varlığını düşünelim. çarpışma hızı, enerji, momentum, atışlar ve şimdiye kadar geçerli olan bütün fizik kurallarını bilip uyguladığını varsayalım. şimdi bu mükemmel ötesi bilgisayarın bilardo toplarının çarpışma sonrasındaki konumlarını belirleme hususunda ne kadar aciz kaldığını açıklayalım.

    bilgisayarın çarpışmaları hesaplayabilmesi için bütün başlangıç verilerinin girilmesi gerekir. biz de ilk topa vuruş açısı, vuruş hızı, bilardo masasındaki pürüzlü yerler, topun üzerindeki toz gibi en ufak detayı bile atlamadan sisteme girdiğimizi varsayalım.

    işte bu durumda bile bilgisayar çarpışmaları kesin olarak hesaplayamıyor. matematiksel fizikçi sir michael berry'nin hesaplarına göre topların dokuzuncu çarpışmasını doğru bir şekilde hesaplayabilmek için masanın yanında duran birinin kütleçekim etkisini hesaba katmak gerekir. 56. çarpışmayı doğru doğru hesaplayabilmek içinse evrendeki her atomu hesaba katmak gerekir. milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki tek bir atomun dahi çarpışmanın sonucuna etkisi olur.

    deterministik anlayış sekteye uğruyor, çünkü kuantum indeterministik.

    edit: makro sistemlerde kuantumun etkisinin görülebilmesinin pek mümkün olmadığı bilgisi geldi. heisenberg belirsizlik ilkesi de bu durumu açıklıyor.

  • ne birlikte tatile gitmektir, ne birlikte çok vakit geçirmektir, ne de aynı evi paylaşmaktır.

    ne yaparsan yap, birini tanıdığını sanarsın, ama günün biri geldiğinde yanıldığını en acı şekilde anlarsın, en sevdiğin en güvendiğin insan bile bir bakmışsın hiç tanımadığın bir insan olmuş çıkmıştır. acı ama gerçek.

  • naz yapacak kimseleri olmadığından eften püften hasta olmazlar. rahatsız olduklarında kendi kendilerine idare etmeyi bilirler. duruma sitem etseler de en azından bu durumda kimseye bir şey açıklamak zorunda değillerdir. yalnızlıktan korkmayın. sizi "hasta edenler" daha tehlikelidir sosyal hayatta.

  • beş soruda kendisi hakkında konuşmak istediğim basketbolcudur:

    1) lebron çok kolay şampiyon olmadı mı?

    lebron'un diğer şampiyonluklarına göre daha kolay gözüken bu şampiyonluğunu batı konferansı'ndayken alması öncelikle ilginç bir durum. ikincisi, lebron eskiden iki tane kolay şampiyonluk verdi. ilki gibson, varejao gibi adamlarla finale çıkardığı cavs'in tecrübeli spurs karşısında ezildiği 2007 finali, ikincisi de kyrie ve love olmadan çıktıkları ve takımın en iyi ikinci oyuncusunun matthew dellavedova (!) olduğu ve buna rağmen iki maç aldıkları 2015 finali. dolayısıyla, bir tane kolay gözüken bir şampiyonluk alması genel çerçeveden bakıldığında şarttı.

    fakat bu kolay gözüken playoff macerasını kolay gösteren öğelerin başında lebron'un şu an kendisini çıkarttığı basketbol aklı seviyesi geliyor. bu konuya değineceğiz.

    2) anthony davis olmasa şampiyon olabilir miydi?

    elbette olamazdı çok büyük bir ihtimalle, ama jordan pippen olmadan şampiyon oldu mu? burada esas sorulması gereken soru şu: nasıl oldu da davis kariyerinin en iyi normal sezon ve playoff basketbolunu bu sene lakers'ta oynadı? işte bu sorunun cevaplarının başında, lebron'un davis'e kazanma kültürünü öğretmesi geliyor. ayrıca, geçmiş sezonlarda davis'in 75 maçtan fazla oynadığı bir sezon yok, ki ilk dört sezonunda sırasıyla 64, 67, 68 ve 61 maç oynamış. nasıl oldu da çıtkırıldım davis bu sene 71 maçın 62'sine çıkabildi? ki kaçırdığı maçların çoğu dinlenme amaçlı oldu. her darbede soyunma odasının yolunu tutan, takımının yüreğini ağzına getiren davis nasıl oldu da bu sene dayanıklılığını ciddi manada geliştirdi?

    3) lebron'un düşüşü ne zaman başlayacak?

    bazı yönlerden aslında başladı ama diğer pek çok sporcu (basketbolcu demiyorum) gibi hızlı bir şekilde düşmüyor lebron. fiziksel bazı özellikleri hem yaşı hem de yaptığı ekstra kilometreler sonucu (mesela 260 playoff maçı üç normal sezondan fazla yapıyor, ki playoff yoğunluğunu da düşünürsek sanki dört sezon gibi bir etki bırakıyor vücutta muhtemelen. dolayısıyla lebron'un nba kariyeri aslında 20 yıllık denebilir) biraz düşüşe geçti elbette ama kendisine çok iyi baktığı, çok akıllıca enerjisini harcadığı ve düşüşe geçen fiziksel özelliklerini mental ve basketbol aklı özellikleriyle kapattığı için hala prime bir lebron var karşımızda. lebron korkarım ki (lafın gelişi bir korku bu), 40 yaşına kadar (sakatlık yaşamazsa) nba'in en iyi üç-dört oyuncusu içinde olmaya devam edecek, çünkü lebron tarzı oyuncuların gururu ve basketbol aklı, nba'in en iyi 10 oyuncusunun dışında olmasına izin vermez kendisini. lebron, bu oyunun gördüğü en akıllı oyuncuların başında geliyor.

    bu yüzden de halihazırda çalıştığı en kaliteli diyetisyen, fitness hocaları, vs. ile çalışmaya devam ederek vücudunun 40 yaşında bile üst düzey kalmasını sağlamaya çalışacaktır. kalmadığı durumlarda lebron'un curry-magic johnson karışımı bir oyuna evrileceğini öngörmek zor değil. bundan altı-yedi sene önce hatırlanacak olursa, lebron'un atletizmi bittiğinde işe yaramaz bir oyuncu olacağı söyleniyordu, ki öyle olmadı. konu dışı ama sanki westbrook şu an o yönde ilerliyor gibi.

    4) lebron miami'ye giderek çok kötü gelenek başlamadı mı?

    bir kere bu geleneği başlatan lebron değil, kevin garnett'tir. garnett’in ray allen’la birlikte pierce ve rondo’nun yanına gitmesi modern zamanlarda süper takım kavramını tekrar alevlendirdi (70'lerde wilt'in, bill russell'a yenilmekten bıkıp jerry west ve elgin baylor'lı lakers'a katılması aslında bu türün ilk örneklerindendir). lebron'un, en iyi ikinci oyuncusu mo williams olan bir kadroyla boston’a karşı şampiyonluk kazanmasını beklemek gerçekçi değildi. işbilmez cavs yönetimi yeterli takviyeleri yapamayınca lebron da miami'ye gitti. bu durum, kendisinden birkaç sene sonra durant'ın gsw'ye gidişinden çok farklıydı. durant, iki sene önce şampiyon olmuş ve bir sene önce de nba tarihinin galibiyet rekorunu kırmış hazır bir takıma gidip inanılmaz bir dengesizliğe sebep oldu. zaten bu olmasa belki de şu an lebron'un beşinci veya altıncı şampiyonluğundan bahsediyor olacaktık.

    5) lebron tarihin en iyi basketbolcusu mu?

    yazılarını beğendiğim zach lowe'ın şu yazısını kesinlikle tavsiye ederim. özetle şunu diyor. kimi yenilgisiz olmayı (jordan) sever, kimisi uzun süreli dominasyonu (lebron). bu biraz zevk meselesi. o yüzden de unlu tatlıları seven ile sütlü tatlıları tercih edenleri aksi yönde ikna etmek ne kadar zorsa, bu da aynı.

    görüşümü belirtmeden önce bir de şunu söyleyeyim. lebron basketbol tarihinin üzerinde en çok baskı olan oyuncusudur. insanları daha çaylak yılından itibaren öyle standartlara alıştırmıştır ki, o standardın biraz altına düşse herkes burun kıvırır. veya standardı yakalasa, "lebron bu... bırakın da öyle oynasın," denir. yani lebron'un insanlara kendini beğendirmesi çok zordur. öte yandan, 2012 yılındaki boston 6. maçı öncesindeki stres seviyesi bence tarihte bir basketbolcu üzerine konabilecek en büyük baskıdır. düşünün miami o maçı kaybetse ikinci senesinde de hüsran yaşayan lebron/wade/bosh üçlüsü belki de dağılmanın eşiğine gelecekti ve belki de lebron uzun süre şampiyonluk göremeyecekti. o maç performansı playoff tarihinin en iyi iki üç performansından biridir.

    yaşım gereği her iki oyuncuyu da (mj ve lebron) yakından izlemiş biri olarak, son 2016 şampiyonluğundan sonra lebron'u ikinci sıraya yükseltmiştim mj'in ardından ve üçüncü sıradaki kareem ile arada pek de fark görmüyordum. soonraki yıllarda cavs'te kaybettiği şampiyonluklar ikinci sıradaki yerini sağlamlaştırdı. lakers'ta bu sezon yaptıkları ise (şampiyon olmasıyla ilgilenmiyorum) lebron'u 1b seviyesine yükseltti. yani, jordan 1a, lebron ise 1b benim gözümde. seneye de şampiyon olursa her ikisi de 1a olur ve ondan sonraki sene şampiyon olmayıp final bile oynarsa (veya seneye final oynayıp diğer sene şampiyon olursa) lebron 1a, jordan 1b olur gözümde.

    peki neden bu sene şampiyon olmasıyla ilgilenmedim? çünkü lebron ilk lakers'a geldiğinde yazdığım yazıda şampiyon olması için yanına iki süperstar lazım diyordum. ki lakers yönetimi de hem davis hem de kawhi hamlesini denedi. kawhi, lakers'ı satınca iki süperstara kaldılar ve bu formatta hem normal sezonu hem de batı'da birinci bitirmeleri benim için saygıyı hak ediyor. üstelik de clippers'ın daha derin ve yetenekli bir takım olduğu hususunda herkes hemfikir iken. ayrıca bubble'ın kendi avantajlarına rağmen ev sahibi olma avantajını kullanamadı lakers.

    basketbol, futbol gibi oyunlardaki süper yıldızları sürekli tarihte bir yere konumlandırmak, onların oynadıkları oyundan zevk alma katsayımızı düşürüyor. 2000'lere yeteneği, 2010'lara istikrarı ve kazandıkları ile damga vuran lebron'un 2020'lerin ilk yarısına nasıl bir damga vuracağını şahsen çok merak ediyorum. dile kolay, üç farklı on yıllık dönemden bahsediyoruz.

    klişe ile bitirelim: tadını çıkarın...

  • eski çalıştığım işyerinde bir arkadaşımız vardı. boylu, poslu, yakışıklı manken gibi bir çocuktu. evli biriydi. boğaz köprüsü geçit girişlerinde, arabasından indiği esnada arkadan hızla gelen arabanın çarpması sonucu büyük bir kaza geçirmişti. kırılmadık kemiği, beyin travması, sol kısımda kısmi felç gelmişti çocuğa. tv'de haberlere de çıkmıştı. bu arkadaşın karısı, hastanede bilinci yerindeyken “bundan artık bir şey olmaz” deyip çekip gitmiş hastaneden. arkadaşın o an bilinci yerindeymiş, duymuş bunları. hızlıca boşandılar. sonrasında çocuk aylarca sürecek tedaviler gördü. parası yetmedi, babaları yazlık vs ne varsa sattı. şimdi başka birisiyle evli. çocukları oldu; uluslararası bir firmada üst düzey yöneticilik yapıyor şu an. böyle bir anekdot içindeki kişidir.

    *edit: debe'ye girmiş entry, öncelikle adettendir; kimsesiz çocuklarımıza bağış yapmaya davet ediyorum. bakanlığın ilgili linki: çocuk esirgeme kurumu hakkında

    *edit 2: terk eden kişinin ne yaptığı soruluyor sıklıkla; kadını sormadım. sildi gitti hayatından. biz de acı anısı tazelenmesin diye sormadık..

  • üst edit: entry debe'ye girmiş, buralar karışmış ve mesaj kutum patladı. zamanla mesajlarınıza istinaden daha ayrıntılı bi edit yapacağım.

    uyarı:paranormal olaylardan rahatsız oluyorsanız okumayın arkadaşlar.

    uzun zamandır yazmayı planladığım fakat yaşayan kişilerle ayrı ayrı konuşup konuyu toplarlamam uzun sürdüğü için ancak yazıya dökme imkanı buldum.

    yazı biraz uzun baştan uyarayım.

    olay ağrı'nın sınıra yakın bir köyünde yaklaşık 15 yıl önce yaşanmış.

    olayın başlangıcına gidersek kayınpederimin ailesi o bölgede zengin sayılabilecek bir aile. kayınpeder şehirde yaşayan nispeten tahsilli bir devlet memuru. olayın gerçekleştiği tarihte yaz tatili için köyde bulunuyor. yaz aylarında hayvanlarını yaylaya götürüyorlar ve başlarında birkaç çoban duruyor. bildigin 3-4 ay cadırda yaşıyor çobanlar.
    bilen bilir doğu ve güneydoğu bölgesinde eskiden ermeniler yaşadığı için onlardan kalan birçok köy vardır. bir çok arazi, yapı ermenilerden kamıştır. bu bölgede yine bu tarz ören yerlerine yakın bir yayla. eski kalıntılar hala görülebilir.
    bir gece çoban, köpeklerin havlamasıyla uyanıyor, kurt olabileceğini düşünüp köpeklerin olduğu tarafa gidiyor ama bir şey göremiyor civarda. köpeğin bulunduğu yer yıkıntı şeklinde bir yer. köpekleri de çağırıp geri dönüyor. ertesi gece aynı sesler ve aynı yer, yine bir şey yok. çobanlar kıllanıp gündüz aynı yere bakmaya gidiyorlar ve baktıkları yerde yıkıntıların arasında bir delik var.

    delik aşağı yukarı yarım metre çapında. muhtemelen fare, tilki benzeri bir havan deliğidir, köpeklerde ondan havlıyorlar diye düşünüp çok sallamıyorlar.
    ertesi gece yine aynı muhabbet olunca çoban kalkıp yine gidiyor ve bu kez delikten ateş çıktığını görüyor. heyecan yapıp diğer iki çobanı uyandırıyor ve bakıyorlar mavi mavi bir alev. o bölgede (bkz: diyadin) yer altından çıkan kaplıca vs çok olduğundan doğalgaz ya da benzeri bir gazın yandığını düşünüyorlar. hatta seviniyorlar para eder falan diye.

    sabah olup tekrar çukura gidince ateşin söndüğünü görüyorlar. ve birer kazma alıp kazmaya başlıyorlar deliği. biraz kazdıktan sonra büyük oda gibi bi yere iniyorlar, bu kez kafalar karışıyor ve burada define vs olabileceğini düşüp sağı solu duvarları delik deşik ediyorlar. kazarken en sonunda küçük bi sandık buluyorlar. içini açıyorlar ve bi çaputa sarılmış saç, diş, kemik ve sonradan ermeni harfleri olduğunu öğrendikleri bir yazı yazan deri parçası çıkıyor sandıktan. ama açtıkları anda iğrenç bi koku yayılıyor etrafa. sandığı yanlarına alıyorlar ve çadıra dönüyorlar. hayvanların yanına yaklaştıkları anda koyunların hepsi bi tarafa kaçışıyor. resmen kaos oluşuyor etrafta. köpekler havlıyor koyunlar deli gibi ağıldan dışarı kaçmaya çalışıyor çoban üstlerine gittikçe. çobanlar tabi bu olayın sandıkla alakalı olduğunu anlamıyorlar ilk başta.

    sonra bu böyle olmayacak deyip birini köye gönderiyorlar sandıkla birlikte. bi bilene gösterecekler bu nedir diye. bir bilen de bizim kayınpeder oluyor, okumuş olduğundan. kayınpeder bakıyor harfler ermeni harfleri ama kemik memik görünce uğraşmayın atın gitsin bu pisliği diyor.

    tabi çobanlar iplemiyorlar ve başkalarına sormak için sandığı saklıyorlar. ama sandık yanlarındayken hayvanları kontrol etmenin imkanı yok. içlerinden biri uyanıyor bunda büyü falan olabilir diyor. alıyor bu kez sandığı bu işlerle uğraşan bi hocaya götürüyor. hocanın evine gidiyor hoca bahçeden bunu görüyor ve “elindeki sandığı bırak öyle gir içeri” diyor. çoban içeri giriyor, hoca “o sandığı nerden buldun diyor”, çoban anlatıyor. hoca içindekileri soruyor çoban anlatıyor. hoca diyor ki “ bu sandığın olduğu yerde bi gömü var, ermeni gömüsü. ama başına öyle bir ifrit bağlamışlar ki komple sülalenize musallat olabilecek güçte. hatta kabilesinden biri şu an bahçenin kapısında sandığı bekliyor. siz bu sandığı açınca bu ifriti salmışsınız. başınıza iş gelmeden götürüp sandığı yerine bırakın üstünü kapatıp şu şu duaları okuyun ve sakın gömüyle uğraşayım demeyin bunlar sizin yedi sülalenizi rahat bırakmazlar” diyor.

    çoban tabi çok korkuyor ama hocanın bahsettiği gömü aklını çeldiğinden sandığı alıp gidiyor. diğer çobanların yanına varıyor olanları anlatıyor. tabi tirsiyorlar ama gomu de oyle birakip gidilmez. yanlarina bi kur'an aliyorlar abdestlerini de alip kazmaya karar veriyorlar.
    yaylaya arada gelen giden olduğundan ve kimseye çaktırmamak için gece kazacaklar.

    o gunun gecesinde bi kac saat kaziyorlar, bir sey cikmayinca cadira donup yatiyorlar. ama uyku ne mumkun hayvanlar bi saniye susmuyor. en son sandigi goturup kazi yerine birakiyorlar. sesler kesiliyor.

    sabah bi uyanıyorlar gordukleri manzara feci. tam 100 den fazla koyun telef olmuş vaziyette ağılda yatıyor. kopekler kayip, hiç kan yok, boğuşma arbede yok. hayvanların uzerinde bir iz yok, ama hepsi sanki şişirilmiş gibi kasılmış vaziyette ölmüş. panik olup koye gidiyorlar. haberi alan gelmis tabi. jandarmasi falan herkes haberdar olaydan ama cobanlar ve hoca haricinde buyu mevzusunu bilen yok. korkudan gömü isini de anlatamiyorlar. kayinpederler olayin pesini birakmiyor, cobanlari sıkıştırıyorlar, sonunda anlatiyorlar mevzuyu. bizimkiler delleniyor tabi, hocanin yanina gidiyorlar birlikte.

    hoca “ben bunlari uyardim ama belli ki dinlememisler, bu ucunun pesinde 3 tane ifrit var. kapida bekliyorlar, ben boylelerini ne gordum ne isittim oyle guclu, oyle korkunclar.” kayinpederlere “siz bu koyun meselesini kurban olarak sayin, bu ise sakin bulasmayin, bulasirsaniz koyunlariniz geri gelmedigi gibi basiniza daha buyuk dert alacaksiniz” diyor. çobanlara da “ bunlarla ben baş edemem gidin erzurum'da biri var ondan yardim isteyin, kabul ederse ne ala, ederse de ne isterse verin yoksa yandiniz” diyor.

    disari cikiyorlar kayinpederin kardesleri bu cobanlara iyi bir sopa cekiyor, kovuyor yanlarindan. sonra eve gidip bi 10 koyun daha kurban kestiriyorlar, dualar falan konuyu kapatmak istiyorlar.

    tabi sevgili cobanlarimiz napiyor, madem boka bulastik bari altinlari indirelim diyorlar. iclerinden biri kabul etmiyor ben erzuruma gidip bu isten kurtulacagim diyor. ertesi gun yola cikiyor ve cobandan bir daha haber yok. gidis o gidis. ne ölüsü ne dirisi, eleman yok oluyor resmen.

    diger ikisinin bundan haberleri yok tabi. gidiyorlar gece kazmak için. kazarken bi sandik buluyorlar, tam seviniyorlar altinlar falan diye bi aciyorlar sandigin içi full kadin saci. tabi anlamiyorlar durumu. kaziyorlar sabaha kadar. sabah gidip bi kuytuda uyuyacaklar telefon caliyor cobanin. karisi tandira dusup cayir cayir yanmis. hastaneye goturuyoruz diyorlar. bunlar ata atlayip koye variyorlar, ordan arabayla hastaneye ama kadin ölmüş.

    ikisi de durumu biliyor ama yapacak bisey yok. kimseye bahsetmiycez diye ayriliyorlar isin pesini birakiyorlar.

    diger coban gidiyo kurban kestiriyor hemen korkudan. tekrar hocaya gidiyor. durumu anlatiyor. erzurumdaki hocadan yardim alalim falan diyor. hoca adresi verip gonderiyor erzuruma.

    erzurumdaki adam bu islere kokune kadar batmis bi adam. bolgede isim yapmis resmen. ben adini ogremedim ama cogu kisi boyle biri var diyor erzurum'da.
    coban adama ulasiyor. adam direkt “gel demis ben de seni bekliyordum”. coban durumu anlatmadan adam başlamış anlatmaya.

    adam demiski “ben yillardir acaba kim salacak bu ifriti diye bekliyordum. piyango size vurmus. vurmus ama bu isin onune kurbanla falan gecemezsiniz. bu isi parayla da cozemezsiniz. once kaybolan arkadasini bulacaksiniz, ama o su an bi yere baglandi, ordan bi adim dahi uzaklasamaz. onlarin hizmetine girdi. bana gelirken yolda aldilar onu. ucunuzde bir araya gelirseniz burda biz bu ifriti yakariz. biriniz eksik olursa olmaz” diyor. cobanin yerini soyluyor. soyledigi yer bunlarin sandigi buldugu yikinti.

    bu durumu diger cobana anlatiyor. bulusup mekana gidiyorlar. coban kazdiklari yerde, ama perisan halde. ust bas bok icinde, eli yuzu yara icinde kalmis. tirnaklar paramparca. bunlari gorunce gidin diye bagriyor. bunlar hocanin soyledigi seyleri okuyarak yanina yaklasiyorlar. “goturecez seni kurtaraz” diyorlar. o da “beni birakmazlar” diyor. “icerdeki beni birakmaz” diyor. iceri bakiyorlar kimse yok, ama icerde duvarlar simsiyah is. eleman bi deri bi kemik kalmis.
    “kim birakmaz” diyorlar, “iste orda oturuyor, disarda da digerleri var diyor” coban. bunlar kolundan tutup zorla disaci cikarmaya calisiyorlar ama imkansiz. cekiyorlar, cikisa gelince sanki iple bagli gibi havada kaliyor eleman.

    erzurumdaki adami ariyorlar. gozlerini baglayin uzerine size verdigim suyu dokun diyor. bunlar yapinca eleman yanmis gibi kaciyor saga sola ama cekip aliyorlar disari. cikinca biraz uyaniyor, kacalim diyor hepsi kizdi diyor. bunlar kaciyorlar ama eleman kacamiyor. cobanin anlattigina gore “belki 2 belki 3 metre yerden havalandi yere cakildi kac kere” dedi. “bagirta bagirta vurdular yere, biz bisey yapamadan delige geri cektiler” dedi.

    bunlar kaçıp gidiyorlar bu goruntuden sonra. erzurum'daki adami ariyorlar hemen, adam diyor "arkadasiniz öldü. ikiniz kaldiniz. hemen yanima gelin."
    arabaya atliyorlar dogru erzurum'a. adamin evine geliyorlar. disarda bekleyen baskalari da var. sira bunlara geliyor giriyorlar içeri.

    adam konusuyor "arkadasiniz öldü ama icindeki ifritte öldü. gidip arasaniz da bulamazsiniz cesedini. bu onlari cok kizdirdi. şimdi zarar vermeden senin içindekini çıkarmamız lazım” diyor birine. cobanlar şok oluyo tabi. eşi ölen çobana '' senin eşine musallat olmuşlar önce, sonra eşini yakmışlar ama eşinle beraber musallatı da yanmış. ama arkadaşının içindeki duruyor. sen yanımda oturanı görebiliyor musun'' demiş. eşi ölen ''hayır'' demiş. diğerine dönmüş ''ben görüyorum demiş''.
    yani içinde musallat olan odadaki diğer varlığı görebiliyormuş.

    “şimdi'' demiş adam. ''içindeki ifrit bizi duyup anlıyor, ama burada ne sana ne başkasına zarar veremez. sana zarar vermemize de izin vermez, çünkü kendini sana mühürlemiş. nereye gidersen seninle gelir, uykuna yemene içmene evine barkına musallat olur. seni kendi kontrolüne alana kadar bırakmaz. bunun için sana bir hüddam bağlayacagız''

    şimdi bu hüddam olayını açalım biraz. hüddam bu varlıkların güçlü olanlarından ama iyi niyetli olanlarından. bi nevi lider gibi düşünün. bu hüddamları kontrol etmek çok zor, sadece yardımcı olmak isterlerse oluyorlar. ve bunun icinde isin ehli insanlar olmasi lazim.

    hüddamdan yardım almak için, adam çobana belirli dualar veriyor. verdiği 7 tane muskayı 7 ayrı yere gömeceksiniz diyor. bi kaç sey daha var dedi ama anlattıramadım. sanırım bozulmasından korkuyordu.

    bu bilgilerden sonra erzurum'dan ayrılıyorlar. gece dönerken musallatı olan çoban bi yerde duralım diyor işemek için. iniyorlar bi tesiste, çoban tuvalete gidiyor öteki sigara içiyor. bi süre sonra gelmeyince kıllanıyor. lavaboya gidiyor bakıyor kimse yok. tesisin arkası arazi, tuvaletten çıkınca bakıyor adam araziye çıkmış buna bakıyor. gel diye çağırıyor. ''sesini duyduğum anda onun olmadığını anladım diyor'' çoban. gidiyor pompacıya arkadasım hasta birlikte getirip bindirelim arabaya diyor korkudan. pompacıyla geri geliyor bi bakıyor adam kaçıyor araziye dogru. pompacı kıllanıyor gitmiyor. mecbur bu peşine düşüyor. karanlıkta biraz gidince bakıyor bu çömelmiş yere bakıyor. yanına yaklaşınca bi ses çıkarıyor kaçan çoban. sanki gırtlağını kesmişler de kan akıyor gibi, boğuluyor gibi diyor. yüzüne bakıyor sanki yanmış gibi kapkara olmuş, hırlıyor bildigin. cikardisi sesle de “ezan" diyor. coban anlamiyor ezanla ne demek istedigini, ezan okuyor ama digeri israrla ezan diyor.

    coban erzurumu ariyor tekrar. adam diyor ki "sabah ezanına kadar sakın birakma, gerekiyorsa bagla bi yere yoksa goturecekler" diyor. ezana kadar beklemelerinin sebebiyse bu varliklar yatsi namazi ve sabah ezani arasinda etkin olabiliyorlarmis. sabah ezanindan sonra etkileri azaliyor kisi kendine geliyor. coban bunun koluna giriyor dua ede ede benzinlige kadar tasiyor. yuzunu yikiyor su iciriyor, sonra mescide sokmaya karar veriyor. korunur diye basinda beklerim hesabi. ama cobani mescide sokmanin imkani yok. en sonunda arabaya goturuyor kapilari kilitleyip basinda bekliyor. o ara benzinliktekiler bunlardan killanip kovuyorlar benzinlikten.

    caresiz bu basiyor gaza, digeri arkada uyur vaziyette. yolda giderken birden kapiyi acip atliyor asagiya. paldir kuldur dusuyor, digeri arabayi durduruyor iniyor ama adam kayıp. etraf karanlik hic bisey goremiyor, bagiriyor cagiriyor arabanin farlariyla falan bakiyor etrafa ama adam kayıp. tekrar erzurum'u ariyor, adam “ onu goturmusler ama ezana cok kalmadi belki kurtulur” diyor. bi yarim saat sonra ezan vakti geliyor. arabada bekliyor adam. o ara hava aydinlaninca bu bagirarak arkadasini ariyor. baya bi uzaklasiyor arabadan. sonra eleman buna sesleniyor bi yerden. bu kosuyor hemen buluyor. elinde bi kemik parcasi, uzerinde sekiller var yazı gibi. eleman hic bisey hatirlamiyor ama kendine gelmis.
    erzurum'u tekrar ariyorlar adam “bana getirin” diyor. tekrar yola cikiyorlar. yolda adam normal ama hic bisey hatirlamiyor, sadece “gozumun onune surekli ev geldi ahır geldi, cocuklar geldi” diyor. evini ariyorlar bi sikinti yok. erzuruma varinca adama anlatiyorlar durumu adam kemigi gorunce panikle evlerini arattiriyor hemen kacsinlar evden diye ama evi ariyorlarki yaniyor ev. millet feryat figan cocuk icerde diye bagiriyorlar. bu deliriyor tabi gitmek istiyor birakmiyorlar. cozemezsek dahasi da olacak diye. kemikte cocugunun ismi esinin ismi yaziyormus. esi o ara evin disinda oldugundan cocuk icerde kalmis.

    o ara haber geliyor cocugu cikarmislar ama yanmis baya hastaneye goturuyorlar. adam diyorki sen cocugunun yanina git, digerine diyor sen gidip gomeceksin muskaları, zamaniniz az yatsiya kadar cozun bu isi. cocugu yanan ben de gelecegim diyor otekine. korkuyor kurtulmak için gidiyor bununla.

    bunlar ağrı'ya varıyor, belirtilen yerlere gomecekler muskaları ama gittikleri yerler ya magara ya yikinti ya da dag basinda bi yer. ve her gittikleri yerde eleman kontrolden cikiyor. anlasilmayan kelimeler soyluyor, birileriyle konusuyor, agliyor. gomdukten sonra normale donuyor. bu sekilde 7 muskayi da gomuyorlar ve adamin verdigi suyu icip donuyorlar.
    yanan cocugun durumu fena ama iyilesiyor. ev yaniyor komple icerdeki iki tane inek ve samanlik kül olmuş. muskalari yetistirseler hic biri olmayacakmis.

    adam muskalari verirken sebebini anlatmis. bu muskalarin icinde bi nevi yardim istedigine dair bi yazi varmis. kimden istiyor peki yardimi, bu gittikleri 7 yer de 7 kabileyle iletisime geciyorlar. hepsinden kendilerini korumalari için yardim istiyorlar. 7 kabile kabul ederse ancak musallatin etkisini kaldirabilirler ve ifrit bunlari rahat birakir. ama muskalardan biri yerinden cikarilir, kaybolur falan o zaman koruma kalkar. 100 yil gecse bile tekrar musallat olur.
    cobanlar hepsini yapinca beladan kurtuluyorlar.

    sonuc: cobanlardan biri kayboluyor, ölüsünü de bulamiyorlar, jandarma arastirma yapiyor ama sonuc yok.
    diger cobanin karısı ölüyor. koyde yasamaya devam ediyor.
    üçüncü cobanin cocugu ölümden donuyor, evi yaninca koyden van'a taşınıyorlar.

    simdi bu olayi ben aksam ustu oturulan bi aile meclisinde duydum. iste definedir hazinedir falan muhabbet ederken kayinpeder “sakin bulasmayin aman falan” deyince israrla olayi anlattirdim. bildigin ses kaydini acip kayit altina aldim anlattiklarini. sonra koye gidip cobandan rica ettim. kayinpederin de referansiyla anlatmaya razi oldu. gorustugumde cok normaldi ki zaten 15 yila yakin zaman gecmis uzerinden olayin. aslinda sandigi bulduklari yeri de gormek istedim ama kayinpeder ve digerleri tarafindan sert bi sekilde reddedildim. cobana da yemin verdirip kur'ana el bastirmislar yerini anlatmayacaksin diye. zaten o da hic gonullu degildi.

    konu bu sekilde kapandi.