hesabın var mı? giriş yap

  • "gamzedeyim deva bulmam" şarkısında geçen gamzedeyim sözünün gamzenin içinde bulunma hali diil (bu ne demek lan), dert anlamındaki gam ile zarar gören anlamındaki zede kelimelerinin birleşimi olduğunu öğrenmek (bkz: gamzede).

  • aynen şu diyalog yaşandı demin:

    rıdvan: fenerbahçenin kendi sahasında 9 galibiyet 2 beraberliği var. arkadaşlar keşke puanıda yazsalarmış.
    güntekin: 29 puan toplamış hocam.
    rıdvan: nasıl, nerde yazıyor ?
    güntekin: 3x9=27+2=29 puan hocam.

  • ''ibrahimovic erkan'ı aradı iyi ki trabzon'u seçtin dedi'' diyebilen bir mafya kılıklı adamın lafıyla ''defolsun gitsin'' diyecek dengesizleri ortaya çıkaran reis.

  • rüyamda galatasaray formalı sırtı bana doğru dönük bir futbolcu gördüm

    -zlatan diye bağırdım

    - ben necati dedi.

  • bugün panamalı arkadaşıma;
    -ispanya'ya karşı koloniler olarak bizi destekliceniz heralde, dedim,cevaben;
    -olm siz baharat yoluyla ipek yolunun bokunu çıkarmasanız ispanyollar gelip bizi bulmayacaktı, sizin yüzünüzden s.kildik, dedi.

    güler misin ağlar mısın amk.

  • zico zamanında türk ligi yavaş. avrupada takımlar çok hızlı oynuyor. onları yenmenin tek yolu oyunu yavaşlatmak.
    biz yavaş oyunda ne yapacağımızı biliyoruz ama onlar bilmiyor demişti.
    sonuçta adam fenerbahçeyi ucl'de çeyrek finale taşıdı.

    harbi o adamı neden gönderdiniz.

  • dövemez. kesin bilgi.

    öncelikle çocuk yetiştirme üzerine birkaç kelam etmek istiyorum. çocukları yetiştirirken onlara dünyaya dair bazı gerçekleri, sınırları öğretmek bizim görevimiz. sıcak bir eşyaya dokunmaması gerektiğini ona anlatır uyarırız, dokunursa canının yanacağını söyleriz. nasıl bir duygu olduğunu merak ederse anlatmak için kalorifer peteği gibi anında yakmayacak ama uzun süre temas ederse yanma hissedeceği bir nesneye dokundururuz elini. bu örneğin binlerce farklı çeşidi çocuk büyütürken yaşanır. çocuklar yine de bazı şeyleri kendisi denemeye çalışır, deneyerek öğrenir. o sırada onunla konuşarak pekiştirme yaparsınız vs. tabii bunlar böyle kitabî şekilde olmaz, yaşamın içinde, akışın içinde vuku bulur.

    çocuklara sınırlarını öğretmek ebeveynin görevidir. sınır koymak çocuğu daha sakin kılar çünkü nerede duracağını bilememek çocuk için içsel bir huzursuzluk nedenidir. sınırlanmak, kapsanmak ölçüsünde yapıldığı zaman bir ceza değil, yatıştırıcı bir unsurdur. çocuğunuza sınır koymazsanız zaman içinde huzursuz bir çocuğunuz olur, bu huzursuzluk davranışsal ve duygusal olarak tezahür eder. çocuğu böyle yetiştirip 5-6 yaşına getirince, çocuk dış dünyayla etkileşime girince ve çözülemez sorunlar ortaya çıkınca ebeveyn kendini yetersiz ve çaresiz hisseder. çocuğunu döven birçok ebeveyn dayağın vuku bulduğu anda çözümsüz hissedip çocuğuna vurur.

    yani ebeveyn yetersiz ebeveynlik yapar, çocuk bunun sonucunda belli bir davranış sergiler ve cezasını dayak yiyerek çocuk çeker. bazense ebeveyn tahammülsüzdür ve çocuğun yaşına göre normal davranışını bile çekilmez bulur ve çocuğu döver. yani sorun yine ebeveynle ilgilidir.

    şimdi de başka bir açıdan bakmak istiyorum. bir yetişkin bir başka yetişkine kızdığında vurmazken, hatta bırakın vurmayı kaba bile davranmazken çocuğa niye vuruyor? çünkü yetişkin laftan anlıyor diyenler lütfen laftan anlamaz buldukları yüzlerce tanıdıklarını bir düşünsün. bu kişilere vurmamanızın, kabalık etmemenizin nedeni laftan anlamaları değil, onlara vurdugunuzda alacağınız risk. o insanların size vereceği fiziksel ya da duygusal yanıt sizi durduruyor. sizinle iş akitlerini feshetmeleri, sizinle ilişkilerini kesmeleri, onların da size vurması, sizi artık sevmemeleri gibi ihtimaller sizi durduran.

    oysa çocuğunuz, doğası ve koşullar gereği, sizi kayıtsız şartsız seven ve size muhtaç bir insan. siz ne yaparsanız yapın sizi seveceğine ve yanınızda olacağına emin olduğunuz birisi. o yüzden ebeveyn bir kertede bunun rahatlığı ile kötü davranıyor çocuğa. ne de olsa onu terk etmeyecek ya da sevecek çocuğu.

    dostlarım, romalılar...
    insanoğlu güzellikler kadar, bu yukarıda söz ettiğim gibi çirkin haller de barındırır yüreğinde ve zihninde. çok ve koşulsuz sevmek harikadır ama sınırlarınız olmak zorundadır. ingilizce'de sevdiğim ve türkçe'de tam karşılığı olmayan bir kalıp var: taking for granted.

    bir insanı çok sevmek ve olduğu gibi sevmek, bazen bize ne yaparsa yapsın sevmekle karışıyor. size yapılan ve toleransınız olmayan bir davranışı kabul etmediğiniz bir anda, bunu karşı tarafa ciddi bir tutumla anlatmazsanız bu tutumlar artarak devam eder. ve en nihayetinde taking for granted denilen bu davranışa maruz kalırsınız. sonra da sorunun karşınızdakini çok sevmek olduğunu zannedersiniz. dayak yiyen çocukların maruz kaldığı şiddetin önemli bir nedeni bu haldir işte ama onların ebeveynlerinden başka alternatifi maalesef yok. siz siz olun kendinizi hiçe saymayın, yoksa dayak yiyen çocuklar gibi hırpalanır, çok sevmenizin sorun olduğunu zannederek elinizde kırık bir kalple kalakalırsınız.

    ve hepsinden önemlisi lütfen ama lütfen çocuklarınıza vurmayın. bu davranışların açtığı yaraların ne kadar derinlere indiğini çok iyi bilen bir insan olarak söylüyorum, bir çocuk annesinden babasından asla dayak yememeli. kesin bilgi.

  • bu maç için gençlik ve spor bakanı ile birlikte hakan çelik özel jet ile izlanda'ya gidiyorlarmış. vaktim vardı araştırdım.

    koyduğu fotoğraf;
    https://twitter.com/…lik/status/1138216681036242946

    koyduğu fotoğrafta sadece ve sadece milli takıma destek için gidildiği yazılmış. ayrıca sn. bakan da twitter hesabından "millilerimizin yanında olmak için gidiyoruz" demiş.
    https://twitter.com/…glu/status/1138028261680865281

    fotoğraftaki uçak sanırım tc-cbk kodlu uçak. bu uçak bir gulfstream g550 .
    https://cdn.planespotters.net/…45267_b32eddd16f.jpg

    küçük bir araştırma ile bu uçağın bu uçuş için sadece ve sadece yakıt masrafını araştıralım. bakın uçağın sabit giderleri, havalimanı vergileri, ekip maaşları, uçakta yedikleri içtikleri vs falan değil. sadece ve sadece yakıt masrafı. misalen aşağıdaki sitede verilmiş bilgiye göre konuşalım.
    https://www.sherpareport.com/…t/costs-own-g550.html

    sitedeki bilgiye göre bu uçak saatte 358 galon civarında yakıt tüketiyor ve bir galon yakıt 5 usd. ankara-reykjavik uçuş süresi 5.5 saat alalım. tek yön 10 bin usd bir yakıt masrafı ortaya çıkıyor. bakın daha hiç bir şey dahil değil.

    şimdi girin thy'nin sitesinden istanbul - reykjavik uçuşların fiyatlarına bakın. bu arada istanbul'dan izlanda'ya direk uçuş yok, ancak 1 aktarma ile gidilebiliyor. skyscanner'dan baktığınızda bağlantılı uçuşla 8-8.5 saatlik bir toplam süre çıkıyor. thy sitesinden söyleme sebebim fiyatların anlaşılması. hadi paşalar business uçsunlar. tek yön kişi başı bin-bin yüz dolar'a gidilebiliyor.

    yani iki kişi business class git gel toplam masrafı 5 bin dolar iken, uçağın sadece ve sadece yakıt masrafı 20 bin dolar. ayrıca business class uçuş bedeline bütün masraf dahil iken, şuan belirttiğimiz sadece yakıt masrafı. belirttiğim sitede baktığınızda başka hangi masrafların doğduğunu ve masrafın neredeyse iki katı olduğunu göreceksiniz. ayrıca bu sitede paylaşılan tutarlar 1 sene öncesinin rakamları, güncel bilgilere bakmadım.

    şimdi sorularım şunlar;

    1- sn. bakan ve hakan çelik bu maçı sadece izlemeye mi gitmektedir?
    2- sn. bakanın bu maçı izlemesi elzem midir? milli takıma verecekleri destek nasıl bir destektir yani bir konuşma mı yapacak, ne yapacak yani?
    3- sn. bakanımızın bu maçı izlemekten başka burada yapacağı görüşme varsa bunlar telekonferans vs. yöntemleri ile halledilemez mi?
    4- uçakta başkaları da mevcut mudur ve gitmeleri gerekiyor mu?

    bakın devletin özel uçağı olmasına karşı değilim. özel uçakla uçulmasına da karşı değilim. hatta izlanda özelinde hiç değilim aktarmalı uçuluyor diye. misal çok üst düzey bir toplantı yapılacaktır. ya da atıyorum nato toplantısı vardır. bu uçak 16 kişilik galiba, örn gidecek devlet görevlisi sayısı diyelim 10'dur. ya da misal oradan başka bir ülkeye geçilecektir. yani sonuçta kişi başı tarifeli uçaktan daha ucuza gelecektir. bunu anlarım. ama maç izlemeye özel uçakla gitmeyi anlamıyorum. o gördüğünüz fotoğraf aslında hakan çelik'in halkın vergileri ile selfiesi.

    bakan buraya özel uçakla gidiş masrafını bir spor okuluna harcasa, 10 iyi sporcunun eğitimine harcasa daha iyi olmaz mı? bakan orda diye iki gol fazla mı atacaklar futbolcular anlamadım ki. bakan maç izleyecek diye neden halkın vergisinden belki de 250 bin tl'ye yakın bir masraf yapılıyor? 110 asgari ücretlinin bir aylık geliri bu rakam.

    ilave: thy business class bilet bedelleri de vergi dahil rakamlar. devlet vergi vermediğine göre bin- bin yüz dolar dediğim kısım heralde 600 usd’ye falan gelir.

    maç sonu editi: evet hep beraber bakan takımı desteklesin diye 250.000tl civarında para verdik ve bi güzel yenilip geliyorlar. bakanın totem tutmadı ya da hakan çelik’te bi sıkıntı var.

  • ikinci dünya savaşı sonunda sovyetler birliği asker ve sivil toplamda 27 milyon vatandaşını kaybetti. asıl dram ise önemsenmeyen yaralı sayılarında yatıyordu. savaş, arkasında sayısız dul, yetim ve engelli insan bıraktı. petersburg'daki askeri tıp müzesi'ne göre, 46 milyon 250 bin sovyet vatandaşı yaralandı. bu sayının yaklaşık 10 milyonu çeşitli engellilik biçimleriyle cepheden geri döndü. toplam 775 bin kafa travması, 155 bin bir göz kayıbı, 54 bin kör, 3 milyon tek el/kol kaybı, her iki elini/kolunu kaybeden sayısı ise 1.1 milyon.

    bunların içinde en şanssızları ise stalin'in samavar lakabı taktığı en az iki bacağı kopmuş olan askerlerdi. stalin onlara samavar (semaver) diyordu çünkü onları bacakları yok, sabit, işlevsiz, ancak kaynadığında gürültü çıkaran semavere benzetiyordu. kısacası topluma zararlı boş beleş insanlar olarak görüyordu. bu askerler savaştan ağır travmalar almış ve artık iş gücüne katkısı olmayan dilenciler haline gelmişlerdi. sürekli sscb ve savaş karşıtlığı yapıyor, gençleri askerlikten soğutuyor, halkı yönetime karşı dolduruyorlardı. haksız da değillerdi ama bu durum stalin'in hoşuna gitmemişti. o yüzden hepsinin toplanmasına karar verdi.

    savaş öncesi sscb'de hali hazırda "antisosyal, parazit unsurlara karşı mücadele" adında bir kanun vardı. stalin savaş sonrası bizim tabirimizle bu kanuna ek olarak bir kanun hükmünde kararname çıkarttı ve bu parazit tabir edilen kitleye engellileri de ekledi. tüm büyük şehirlerde aynı gün büyük bir toplama operasyonu gerçekleştirildi. bu kanuna göre iş gücüne katkısı olmayan engelli insanlar, köyde yaşayamadığı için izinsiz büyük şehire göç edenler, engelli yetimler vb. bir çok insan parazit oldukları gerekçesiyle toplatılarak çeşitli bölgelere sürüldüler. çok azı akrabaları bulunarak evlerine gönderildi, diğerleri ise kamplarda öldü. bazılarının vurulduğuna dair kanıtlar var.

    stalin, başta sibirya olmak üzere merkez şehirlerden uzak bölgelere "engelli gazi ve işçi bakım evleri" adı altında merkezler kurdurdu. merkez derken kafanızda yanlış bir imaj oluşmasın. eski kiliseler ve ahırlar revize edilerek kapılarına bakım evi yazıldı. 300.000 gazi bu bölgelere gönderildi. bu merkezlerin fonları öyle düşüktü ki haftalarca patatesten başka bir şey pişmediği olurdu. en meşhurlarından birisi valaam adasında olandır. (bkz: #91676823)

    bu engelliler evi adı verilen mekanların ayarı çalışma kampı ile akıl hastanesi ayarındaydı. özellikle valaam'da bulunan merkeze izinsiz kimse girip çıkamıyordu. medeniyetten uzak, zorlu doğa ve iklim koşullarına sahip lojistik sorunların sıkça yaşandığı bir adaydı. henüz ilk aylarda bir sürü gazi hayatını soğuktan (hipotermi) kaybetmişti zira iki kolu ve bacağı olmayan insanları hava alsın diye dışarı çıkarıp nasıl oluyorsa unutuyorlardı. gözden ırak gönülden ırak derken arada nice gaziyi hiç ettiler. sscb tarihçisi yevgeny kuznetsov'un valaam'dan notlar adlı çalışmasında konuyla ilgili kan donduran bir sürü detayı öğrenebilirsiniz.

    en şeytani bulduğum yöntemlerden birisi ise kgb'nin bu kanuna karşı çıkan engellileri toplamak için el altından bir çeşit engelli derneği kurması ve üye olan herkesi bir gecede infaz etmesidir. en meşhuru günümüz özbekistan'ında kurulmuş bir dernekti ve bine yakın üyesi vardı. buna mukabil engelli yakınları da toplantıya katılmıştı. hepsini o mekanda kıstırıp taradıktan sonra yakmışlardı. tabi ki bunların hepsi kaydı kuydu olan vakalar değil. bir çoğu görgü tanıkları ve gizliden gizliye kayıt tutan kişilierden kalanlar. gerçi resmi kayıt yok derken valaam gibi bir çok merkezin boru gibi kayıtları mevcut. sadece bu merkezlerde yapılan orospu çocukluğuna dair çok az rapor mevcut.

    gennady dobrov bu insanların portrelerini çizip yıllarca sakladı. ancak sscb'nin son yıllarında sergileyebildi. yevgeny kuznetsov burada olanları uzunca yıllar araştırdıktan sonra ancak sscb sonrası yayınlayabildi. akrabaları sağ fakat kamplara kapatıldıkları için yakınlarına ulaşamayarak orada ölen nice acı hayat hikayesi bir ressamın bir kaç parça eskiziyle ortaya çıktı. stalin'in ellerinde sadece savaşta ölen milyonların kanı değil, savaş sonrası sonsuz acılara sürüklediği insanların ahı da var. şurada sempatizanı olduğunuz osuruktan ideolojinize bok sürdürmemek için kırk takla atarken bu insanların ahının sizlerin de üzerine kaldığını unutmayın.

    konuya dair rusça bir belgesel: https://youtu.be/qhxi2su1ghy

  • fenerbahçe'nin bu sene de şampiyon olamayacağının ipucunu veren tivittir. geçen sene de berbat oyunları yerine hakemleri konuşuyor ve sosyal medya baskısıyla kendilerine fayda sağlamaya çabalıyorlardı. aynı tas aynı hamam.

    galatasaray'ın doğrandığı maçtan hakemden şikayet eden yine fenerbahçe. ligin ilk yarısı havadan penaltı kazandıkları beşiktaş maçından sonra da şikayet eden fenerbahçe idi. hele hele başakşehir maçı hala hatırlarda...

    bu kafayla şampiyon falan olunmaz. devam edin böyle.